10 Aralık 2014 Çarşamba

İmkansız

Her şey cesarettir.
Yapamadığını, yine de yapmak...
Görmek bile yeterdi.
Bana baktığında büyüyen göz bebeklerini görmek...
Dünya üzerinde daha önce hiç bulunmamış bir rengin tasviri gibiydi.
Henüz çizilmemiş bir portrenin boyanması.
Ona dokunabiliyor, onu duyabiliyor ve koklayabiliyordum.
Kusursuz...
Mükemmeliyetinin bir nişanesi olarak onu nasıl ödüllendireceğimi düşünürken...
En büyük korkularına tanık olmak. Şehvete kapılmak.
Gidişine engel olmamak.
Bir şeyler yapma zamanıydı. Ama benim tek yapabildiğim bir hiç zaten.
Anladım ki
İmkansız...


21 Ekim 2014 Salı

Ulaşılamayan

Her şey cesarettir.
Yapamadığını, yine de yapmak...
Sesi bile yeterdi.
Kayıp bir orkestranın...
Yarım kalmış bir senfoniyi tamamlaması gibiydi.
Henüz bestelenmemiş bir müziğin kilometrelerce uzaktan duyulması. 
O muhteşem saçlarını, ellerini, gözlerini görebiliyordum.
Yanımdaki oturuşunu, varlığını hissedebiliyordum.
Ama onu bilmiyordum...
Onu bir bütün olarak bilemiyordum.
Merak, öğrenmek...
Bir şeyler söyleme zamanıydı. Ama benim tek yapabildiğim susmak zaten.
Sadece susabilirdim...
Ve sustum...


13 Eylül 2014 Cumartesi

Varolmayan

Her şey cesarettir.
Yapamadığını, yine de yapmak...
Kokusu bile yeterdi.
Keşfedilmeyi bekleyen bir kıtada henüz keşfedilmemiş bir mevsimin kokusu. Ama kilometrelerce uzaktan alabildiğim bir koku.
O, muhteşem boynunu bana doğru çevirip, manzarayı izliyordu.
Ve ben dudaklarımı özgürlüğümün bir nişanesi olarak oraya bir bayrak gibi nasıl dikeceğimi hayal ediyordum.
Bu şeklide yanında oturup, bedeninin sıcaklığını hissederken, aniden, ansızın, mükemmel bir biçimde... "Hey, nasılsın?" dedi.
Bir şey yapma zamanıydı. Bir şey söylemeliydim. Ama benim tek söylediğim hiçbir şey zaten.
Sadece gidebilirim...
Ve gittim...

24 Ağustos 2014 Pazar

Ahlak Erozyonu

Günümüz Türkiyesi'nde doğru bilinen tüm gerçekler değişmeye başladı. Ülkeyle bağlantılı giden hayatlarımız, siyasetin ülkeyi değiştirmesi neticesinden etkileniyor. Özellikle şu son dönemde halkında politikaya olan ilgisinin artması ve bireylerin politikayı önemsemeye başlaması aslında siyasetçilerin sadece ülkeyi değil bizleri de değiştirmeye başlamasıyla sonuçlandı. Artık savunduğunuz değerlerin lideri, sizin hayat koçunuz oldu. Yapmanız ve yapmamanız gerekenleri size onlar söylüyor. Tehlikeli olan, bu söylemlerin istekten ziyade emire dönüşmesinin algılanamaması. Söylemlerin emire dönüştüğünü anlayamayan topluluğun kendine ve ülkesine nasıl zarar verdiğini, kişiliğinin ve benliğinin nasıl değiştiğini ve bir lidere nasıl güç sunduğunu incelemek istedim bu yazımda. Yaklaşmakta olan Yeni Türkiye'yi benim doğrularımla açıklayacağım. İnanmak ve inanmamak yine siz okuyucunun elinde.

İnsanı insan yapan en önemli özellik ahlaktır. Kişiliğin vazgeçilmezi, erdemli bir şahsın olmazsa olmazıdır ahlak. Peki nedir bu ahlak erozyonu? Size şöyle anlatayım. Kişiliği bir tarla gibi düşünün, ahlakta bu tarlada bulunan verimli toprak oluyor ve bir gün yağmur, hiç yağmadığı kadar sert yağıyor. Tutunamayan o verimli toprak akıp gidiyor güzelim tarladan. Olan yine gariban çiftçiye oluyor, bir daha ekim yapamıyor. Bu benzetme, günümüzde yaşamak zorunda kaldığımız çoğu şeyin asıl nedenidir. İnsanlar bu erozyonu yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.

Türk toplumu, Cumhuriyet'in ilanından beridir sürekli değişimlere maruz kaldı. Kimi zaman dış etkenler, kimi zaman bir felaket bazende siyasi revizyonlar. Sonuç olarak 1923'ün kemik yapısı Kemalist, Laik toplumun azınlık haline geldiği günümüze kadar geldik. Ama bunun bir önemi yok. İster Kemalist ister muhafazakar olun, bu ahlak erozyonuna maruz kalmayacağınız anlamına gelmez. Empati kurarak iki tarafında durumunu anlamaya çalıştım. Kemalist güruh da olduğum için suçu tek tarafa yükleyebilirdim ama yaşadım ve deneyimledim ki aslında hep üstüne yüklendiğim ve suçladığım muhafazakar kesimden farkımız kalmamış.

Türkiye'de insanların siyasi ideolojileri genelde aileden gelir. Benim ailem kemalist düşünceden geliyordu. Ne kadar bu kararı ben verdim desemde eğer ailem farklı şeyler düşünseydi ve bu fikirler eşiğinde büyüseydim yine aynı mı olurdum bilemiyorum. Sonuçta bana öğretilen ve benim öğrendiklerimden en mantıklı bulduğum buydu. Geçmişe ve seni yaşatanlara sadakat. Ataya sadakat veya uzuna sadakat. Taraf farketmiyor. Bu sadakat ince bir çizgi. Körü körüne bağlılık ve yeni fikirlere her daim açık olmak arasında ince bir çizgi. Türk toplumunun bu kadar ayrışmasındaki temel sorun bence buradan geliyor. Kimse birbirini hiç anlamıyor anlamak istemiyor. Birbirimize o kadar uzağız ki. Hele bunu siyasi koz olarak kullananlar yok mu. İşte onlar sağ olsun gün geçtikçe zaten ayrı olan toplum daha da ayrılıyor. İnanın bu yazıda Laik ve muhafazakar diye bizi ikiye ayırmak zorunda olduğum için kendimden iğreniyorum.

Sınırların bir bütün gibi göründüğüne aldanmayın aslında her renk birbirinden farklı üç ülkeyi gösteriyor.

Kimseyi inandığı şey için suçlamak istemem. Ama sadece inananları. Artık kendi liderine tapanların mekanı oldu ülke. O yüzden suçlayayım bir zahmet. Bu ülkede herkes faşisttir. Bu çok net bir söylem. Faşizmin ne olduğunu çok iyi biliyorum. İster gezici olun ister uzuncu ama kendinizden utanın tabi utanma yetiniz hala yerinizde mi bilemiyorum. Bu ülkeyi Tayyip bu hale getirdi diyebilirdim. Ki iki ay önceki yazımda direk Tayyip'i suçluyordum. Ama sorun tek taraflı değil. Yeni deneyimleme fırsatı bulduğum şeyler sağolsun değiştim. Bizde uzun adama yardımcı oluyoruz. Beraber ayrıştırdık biz bu yollarda hiç merak etmeyin. Türkiye'nin Kürt halkı için bir çözüm sürecinden önce kendisi yani Türk halkı için bir çözüm süreci üretmesi lazım.

Taraflar kendi içlerindeki dayanışmayı ve bağlılığı arttırdıkça, liderlere olan sadakat topyekün artmaya devam ettikçe, siyasilerde zemin hazırladıkça bu iş iç savaşa kadar gider. Ki Gezi Parkı olaylarının parkı korumaktan öteye giden durumu tamda budur. Benim düşüncem doğru veya onların ki yanlış demiyorum. Evet ne kadar benim doğrum Kemalizm ise onların ki de artık adı her neyse o. Herkesin kendince doğruları var. O adam parkın yerine topçu kışlası yaptırmak istiyorsa bu onun doğrusudur. Geziciler buna karşı toplanmışsa buda onların doğrusudur. Yani elbette Tayyip şuçlu ama bunu üstüne basa basa söylemekle bir yere varılmıyor. Ben bu yazıyı baştan sona 'Tayyip ve yandaşları kötüdür AK Partiyi yakın' tarzı fikirlerle doldursaydım bu iş bir yere varmazdı. Benim varmak istediğim nokta bir şekilde insanların birbirini anlamaya çalışması. Bu nasıl olacak bilemiyorum ama çözüm bu. Ne zaman at gözlüklerinden kurtulup empati kurmaya farklı düşüncelere açık olmaya başlarsak o zaman belki birbirimizi anlamaya başlarız. Tabi tek taraflı demiyorum bunu yukarıdaki o haritada bulunan ve üç rengi temsil eden tüm güruhların yapması lazım.

Son olarak, ahlak erozyonundan korunmanın tek yolu bu ülke ve insanlarından uzak durmak. Çünkü siz istesenizde istemesenizde bu bilinçsiz kaosun içine bir şekilde sürükleniyorsunuz. 

Tarlanızı nadasa bırakmayın.

15 Şubat 2014 Cumartesi

Büyük Çöküşe Giden Yol

Bu sefer ki yazımda diğerlerinden biraz farklı olarak, ciddi ve zor bir konuyu ele alıyorum. Türkiye'nin hatta dünya ekonomisinin 2008 mali krizinden sonraki değişimini ve gelecekteki hali.

Dünya insanın ihtiyaçlarını giderebilir, aç gözlülüğünü değil. Mahatma Gandhi

Paranın bizim yerimize düşündüğü bir dünya hatta dahada ötesi bizi kontrol ettiği, bize sahip olduğu bir dünya. O, tüm otoritelerden daha baskın, daha güçlü. Uyuşturucu yada sigaradan daha büyük bir bağımlılık. O her yerde. Her pantolonun cebinde, her beynin, tüm hayallerin içinde. Taptığımızı ve hatta kölesi bile olduğumuzu inkar ettiğimiz şey. Ondan korkuyoruz yeri geldiğinde onu kullanarak korkutuyoruz. Bize tüm kapıları açar, imkansızı mümkün kılar. Artık paranın satın alamayacağı hiçbir şey kalmadı. Tüm kontrol onda. Neden mi? Çünkü bizler aç gözlüyüz.


Kapitalizmin bile yeterli gelmediği bir toplumuz. Belkide tüm sistemin gerektiği gibi işlemesine izin versek, bazı şeyleri oluruna bıraksak iyi kötü bir şekilde idare edebiliriz ve tüm bu krizler, iflaslar olmayabilir. Ama Kapitalizm'i bile kullanmasını bilmiyoruz, daha fazla hayır o da yetmez daha daha fazlasını istediğimizden, sistemi eğip büküyoruz olmaması gerekenleri yapıyoruz. Yine bu kötülüğün ucu her zaman ki gibi dönüp dolaşıp bize zarar olarak dönüyor. Gelelim neticeye:


Yukarıdaki grafik mali kriz öncesine kadar olan ABD'deki sınıfların gelir artışını gösteriyor. En fakir olan %20 lik birinci gruptan en zengin olan %1 lik kısma kadar. Bu grafik bize krizin neden ortaya çıktığını açıklar nitelikte. Burada önemli olan %1 lik süper zengin kısmın gelir artışı ile ortalama vatandaş olan üçüncü ve dördüncü grup arasında büyük fark. %200 ün üstündeki bir artışla %50 linin altında kalan artışın arasındaki dev uçurum. Bu dev uçurum son 5 yıla gelindiğinde o kadar derindi ki orta kesim, en üst kesimin ürettiği malları alamaz duruma geldi. Bu durum zengin olan kesimin gelirlerinin düşmesine neden oldu. Geliri arttırmanın tek yolu orta kesimin paraya yeniden ulaşmasıydı. İşte bu sorun, tüm kötülüklerin anası olarak kabul ettiğim kredilerin yaygınlaştırılmasıyla (özellikle mortgage) çözüme kavuşturulmuş oldu. Geliri olmamasına rağmen krediler ile borçlandırılan orta ve alt kesim, bu borçları ve taksitlerini ödeyemeyince bir eylül sabahı tüm kazancı riskli kredilerden ibaret olan büyük Amerikan bankaları ve sigorta şirketlerinin batmasıyla sistem resmen çökmüş oldu. 


Banka kurtarmanın ABD'ye toplam maliyeti 1.7 trilyon $ dır. Yani kişi başına 6.000 $.

FED'in piyasaya verdiği mali destek:


Bugün Dolar ve Euro'da ki yükselmeler son mali desteğinde artık yeterli gelmediğinin işaretidir. Krizin Türkiye'yi teğet geçtiği söylemlerinin nedeni de piyasa akan bu bol ve ucuz paradır. Ancak piyasaya akan bu para tam çözüm değil aksine sadece geçici çözümdür. Bugün İspanya, İtalya, Yunanistan, Portekiz ve İrlanda'nın kalkınabilmesi için beş yıllık borç ihtiyaçları 1 Trilyon 545 Milyar €'dur.

Dünya milli gelirinden kim ne kadar pay alıyor?

Bu tabloda göze ilk çarpan şey ABD yerinde sayarken Çin ve Hindistan'ın yaptığı büyük atılım. Ekonomik odağın batıdan doğuya kayışı. Ama asıl dikkat edilmesi gereken son üç sıradaki ülke. 1985 de Kore'den ve Endonezya'dan fazla paya sahip olan Türkiye 2010 yılında ise maalesef bu iki ülkenin gerisinde kalıyor.

En büyük ekonomiler:

İşte bir örnek daha; on yılda dört sıra birden yükselen Çin ve onunla birlikte yükselen doğu ülkeleri ve gelişmekte olan Brezilya. Avrupa ülkelerindeyse listeden düşen İspanya, düşüş yaşayan Almanya, İngiltere ve İtalya.

Goldman Sachs'ın tahminine göre on iki sene içinde Bric-ülkeleri ekonomik güç bakımından G-7 ülkelerini geçecek.

Gayrisafi yurt içi hasıla 2009 ve 2050 arasındaki değişim:

Türkiye'nin büyüme hızı yavaş kalıyor. 2009 da bir alt sıramızda olan Endonezya, eğer tahminler tutarsa 2050 de bizim dört sıra üstümüzde yer alacak. 2009 da ilk yirmide dahi olmayan Nijerya ve Vietnam ise dikkat ederseniz hemen altımızda. Amerikan rüyası son buluyor. Batılı beyaz üstün adamın devri artık bitiyor. Çin artık öyle bir yere geldi ki onun büyüme hızı arkasından gelen Hindistan, Rusya, Brezilya, gibi ülkeleri de direkt etkiliyor. Yani Çin ne kadar hızlı büyürse takipçileri de onun kadar hızlı büyüyecek.


Son yıllarda yanlış planlanmış ve içi şişirilmiş ekonomimizdeki büyüme oranındaki düşüşü görüyorsunuz. Cumhuriyet tarihinin ortalama büyüme oranı %5.0 dır. AKP hükümetinin 2002-2010 arası ortalama büyüme oranı %5.2 dir. Yani gördüğünüz gibi hükümetin ekonomiyi çok iyi yerlere taşıdığı, ekonomik olarak çok çok büyük adımlar atılıyormuş gibi gösterilmesinin içi boş. Eğer ki orta vadeli plan tutarsa 2002-2014 arası büyüme oranı ortalaması %4.9 a yani Cumhuriyet tarihinin altına düşecek.

Yıllık büyüme hızı:

Ülkemiz hala refah bakımından çok alt sıralarda. Okuma yazma bilmeyen 3.8 milyon, ilkokul ve altı mezunu 28.5 milyon insan yaşıyor. Eğitim zaten başlı başına ayrı bir sorun. 2009 yılındaki Pisa testine göre altmış beş ülke arasında yapılan araştırmada Türk çocukları eğitim bakımından fen bilimleri dalında kırk üçüncü, matematikte yine kırk üçüncü, okuma yeterliliğinde (okuduğunu anlama) kırk birinci sırada yer alıyor. Bu insanlar mı bizi dünyanın en büyük on ekonomisi içine sokacak. 432 ton demir ihracı karşılığında 1 cep telefonu ithal edebiliyoruz. 2.088 tır krom ihracatı karşılığında ancak 1 tır aşı ithal ediyoruz.

Zenginleşmiyoruz, olduğumuz yerde sayıyoruz.

2002 yılından bu yana yapılan özelleştirmelerden gelen parayla IMF'ye olan borcumuzu sıfırlayan hükümetimizin 12 ay içinde dışarıya ödememiz gereken 163 milyar $ borçtan haberi yok sanırım. Bu borcun %90'ı özel sektöre aittir.


Teşhisi doğru koyamıyoruz. Sorunları görmezden geliyoruz. Seçimsel rant her şeyi altına üstüne getiriyor. Gerçekleri görmemiz engelleniyor. Yolsuzlukta kullanıldığı iddia edilen paranın miktarı için 120 milyar $ gibi rakamlardan bahsediliyor. Ülkenin ekonomi bakanı kolunda kendisine hediye edilmiş olan 700 bin TL değerindeki saatle dolaşıyor. Devletin bankasının genel müdürünün evinde kutu kutu paralar çıkıyor. Hayatımda ilk defa 200 TL lik banknotları bu adam sayesinde gördüm. İçişleri bakanının oğlunun 1 Trilyon değerindeki paraya 3-5 kuruş dediği bir ülkede yaşıyoruz. Başbakanının Urla'da 3 adet havuzlu villasının olduğu, oğluyla beraber TÜRGEV adı altında bir ihale mafyasını yönettiği, oğlunu ifadeye çağıran savcıları tehdit eden, yargının bağımsızlığını hiçe sayan kuvvetler ayrılığına uymayan bir başbakanın yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. Hayallerimizdeki Türkiye bu mu?

12 Şubat 2014 Çarşamba

Hayatıma Yön Veren Filmler

İzlediklerim değil, izlediklerimden iyi olanlarının listesidir, bolca kült film içermektedir. Belli bir sıra yoktur ve zamanla eklemeler yapacağım.

Catfish (2010)
Truman Show (1998)
Le scaphandre et le papillon (2007)
Slumdog Millionaire (2008)
Shutter Island (2010)
The King's Speech (2010)
The Bourne Ultimatum (2007)
Donnie Darko (2001)
Sin City (2005)
Platoon (1986)
The Sixth Sense (1999)
Into the Wild (2007)
V for Vendetta (2005)
Lock, Stock and Two Smoking Barrels (1998)
Gravity (2013)
The Elephant Man (1980)
3 Idiots (2009)
Scarface (1983)
Der Untergang (2004)
Full Metal Jacket (1987)
Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)
Requiem for a Dream (2000)
Oldeuboi (2003)
A Clockwork Orange (1971)
American Beauty (1999)
The Great Dictator (1940)
The Prestige (2006)
Das Leben der Anderen (2006)
Django Unchained (2012)
Back to the Future (1985)
The Departed (2006)
Apocalypse Now (1979)
Intouchables (2011)
Memento (2000)
Saving Private Ryan (1998)
American History X (1998)
La vita é bella (1997)
Léon (1994)
The Silence of the Lambs (1991)
The Usual Suspects (1995)
Se7en (1995)
Matrix (1999)
One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975)
Forrest Gump (1994)
Inception (2010)
Fight Club (1999)
12 Angry Man (1957)
Schindler's List (1993)
Pulp Fiction (1994)
The Dark Knight (2008)
The Godfather (1972)
The Shawshank Redemption (1994)
Revolver (2005)
Ben X (2007)
Midnight in Paris (2011)
Flight (2012)
127 Hours (2012)
Tron: Legacy (2010)
The Machinist (2004)
Moon (2009)
Constantine (2005)
The Green Mile (1999)
Green Zone (2010)
Green Street Holigans (2005)
The Pursiot of Happyness (2006)
Lord of War (2005)
Limitless (2011)
Snatch (2000)
Das Boot (1981)
Moneyball (2011)
The Curious Case of Benjamin Button (2008)
Ocean's 11 (2001)
Inside Job (2010)
Zeitgeist: Moving Forward (2011)
Mr. Nobody (2009)
Fountain (2006)
The Wolf of Wall Street (2013)
Yes Man (2008)
The Lucky Ones (2008)
Apocalypse La 2ème guerre mondiale (2009)
Stay (2005)
Big Fish (2003)
American Psycho (2000)
They Live (1988)
Falling Down (1993)
No Country For Old Men (2007)
Good Will Hunting (1997)
Rain Man (1988)
The Fall (2006)
21 Grams (2003)
Interstellar (2014)
I Origins (2014)
Kein System ist sicher (2014)
Los cronocrimenes (2007)
Black Swan (2010)
Citizenfour (2014)
Detachment (2011)
The Lobster (2015)
Sarmaşık (2015)
Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)
Winter on Fire: Ukraine's Fight for Freedom (2015)
Oslo, 31. august (2011)

17 Ocak 2014 Cuma

Özgürlük

Nefes almak mı? Yaşamak? Belkide kuşlar gibi uçabilmektir. Yoksa demokrasi? Demokrasi midir özgürlük? Düşünmek neden olmasın? Olabilir, mümkün. İşte bu yazıda onu aradım daha doğrusu aramaya çalıştım. Rahatlayın ve arkanıza yaslanın. Sahiden de 'Özgürlük dediğin nedir?'

Doğduğumuz günden bu yana bize empoze edilmeye çalışılan bazı bilgiler vardır. Bunların başında insanın özgür bir varlık olduğu gelir. Özgürlüğün güzel olduğu, onu korumamız gerektiği öğretilir. Ama ben bugün bu kavramı yanlış tanıdığımızı ve tanımladığımızı düşünüyorum. 21. yüzyıl dünyası artık mantıklı ve özgün düşünmekten yoksun olduğundan aslında sahip olduğu özgürlüğün bir yalanlar bütününden oluştuğunu ve kendisiyle beraber tüm insanlığın kandırıldığının farkında değil.

Her şeyin sonunda, özgürlüklerini ayaklarımızın altına serecekler ve diyecekler ki "Bizi köleniz yapın. Ama doyurun." Fyodor Dostoyevski

İnsanlar birbirini yönetmeye başladığından beridir devam eden bir ihtiyaç gibi. Sanırım bu yeni doğan bir bebeğin annesine sıkı sıkı bağlanması gibi bir şey. Sanki o düşünce hep oradaymış ve birinin onu dürtmesi gerekiyormuş gibi. Doğarken beyinlerimizde sevgi,güven gibi kavramlarla doğuyoruz, belkide bu atalarımızdan beridir süre gelen evrimimizin bir parçasıdır. Ama bir şey fark ettim ki insan kendini güçlü hissettiği kadar özgür olabiliyor. Diktatör liderlerin kendilerini korumak amacıyla halkını katletmesi gibi hatta demokrasiler de bile süreç böyle işliyor. Büyük devrimlerin ana düşüncesi özgürlüktür ve devrimlerde kullanılan en büyük araç silahtır. Bunu anlamanız için en güzel örnek Arap Baharı'dır. Bugüne kadar itaat ettikleri liderlere zorla katlanan bu insanlar, batının onlara sağladığı silahlarla kendilerini güçlü hissettiler. Yıllarca bastırılan ve sansürlenen özgürlük düşüncesi bir anda dürtüldü. Belkide kandırıldıklarının farkında değillerdi ama yinede hükümdarlarına meydan okudular. Buradan çıkartacağımız sonuç şudur: Yasalar ve baskıcı rejim korkunçtur. Halkların bu korkularını yenmesi için durumu eşitlemesi yani silahlanması şarttır ve çoğu zaman bedeli kanla ödenir. Unutmamamız gereken nokta 'Özgürlük Vahşidir'.


Soğuk Savaş'ın galibinin belli olmasıyla günümüz dünyasının yeni özgürlük anlayışı 'Demokrasi' oldu. Kısaca tanım yapmak gerekirse 'Demokrasi, insanın kendini en özgür hissettiği sistemdir' denebilir. Bok makinesine dönüşüp, tüketim canavarı oluşumuzdan beri insanlığımızı kaybettik bunun sonucunda şartlar ne kadar kötü olursa olsun kontrolsüz üremeye devam ediyoruz. Yedi milyara yakın insanı birbirlerine kırdırmadan yaşatmak çok zor. Belki sayı daha az olsaydı bu mümkün olurdu. Ancak durum gittikçe kötüleşiyor kitleler büyüdükçe kontrol etmek zorlaşıyor. Sahip olduğumuz insani kavramlar; ırk, dil, din, renk bizi ayrıştırıyor. Bugün hayatta kalmamız için yasalara ihtiyaç duymak zorunda olmak insanlığın kendine yaptığı en büyük ayıptır hatta zekasına hakarettir. Atomu parçalayabilen, Ay'a gidebilen insanoğluna bunu yapmak nedense zor geliyor. Sürekli altına kaçıran bebek biziz, yasalar da etrafı kirletmemizi önleyen bez görevi görüyor. Açgözlülüğümüz yüzünden özgürlüklerimizi bizi yönetenlere satıyoruz. Bir insan düşünün ki soyulmasına rağmen devlete vergi vermeye devam eden. İşte çaresizliğin tanımını buldum. Korkunun getirdiği öğrenilmiş çaresizlik. Her gün kendimizi kandırıyoruz. Her gün kendi kendimizi yönettiğimizi sanmanın getirdiği güvene kapılarak sokakta yürüyoruz. Şu son olaylardan anladığım bir şey varsa oda şudur: Sandık falan yalan, egemenlik, cumhuriyet, laiklik bunların hepsi birer aldatmaca. Tek bir efendi var oda "Para". Liberal ekonomilerde hatta sözde Komünizm ile yönetilen ama bazı kapitalistlerden bile daha kapital olanlarda buna dahil. Bir ülke inşa edin onu ne kadar güçlendirirseniz güçlendirin zayıf bir yanı her zaman vardır. Söz konusu para ise her hükümetin karnı yumuşar. Tüketime, hortuma ve şişirilmiş rakamlara dayalı ekonomimiz kendi kendini yok ediyor. Vergilerin çok yüksek olması cari açığı kapatmanın en kolay yoludur. Tüketime dayalı ekonomilerde cari açık sürekli artar o yüzden dünyanın en pahalı benzinini kullanıyoruz. Ekonomik krizin dibine vurmuş olan Yunanistan da kişi başına düşen borç yükü ülkemizdekinden 3 kat daha azdır. Bunun bizim ekonomimiz için bir sorun teşkil etmemesi nüfusun fazlalığından kaynaklanmaktadır. Şizofrenik sultanın sürekli 3 çocuk dayatmalarından birinin sebebi de ekonomik nedenlidir. Türkiye bu şekilde büyümeye devam ederse hiçbir zaman Kuzey ve Batı Avrupa da bulunan refaha yaklaşamayacaktır. Git gide ara eleman ülkesine dönüşüyoruz. Zenginin zenginleşmesi, fakirin fakirleşmesi kapitalizmin doğal nedenlerindendir. Ama biz bunu çok hızlı bir şekilde yaşıyoruz. Yeni, büyük, güçlü Türkiye derken kastettiği aslında ülkemizin Ortadoğu'nun yeni Çin'i olma yolunda ilerlemesidir.


Yani anlayacağınız demokrasinin aslında insana sağladığı şey özgürlük değil köleliktir. İnsanların artık umurlarında olan tek şey aç olup olmadıkları. Mutlu olmaktansa zengin olmayı tercih eder olduk. Vaadler dünyasında bizi kontrol eden, bize sahip olan yapay kavramlar var. Yakın gelecekte düşünmek bile yasak olacak ya da belli bir bedel karşılığı bunu yapabileceğiz. Gazeteciler sadece işini yaptığı için suçlu bulunuyor. Fikir en doğal haktır özgürlüklerin anasıdır. Onların düşünmenizi isteği gibi düşünün hatta bırakın reklamlar sizin yerinize düşünsün. Ay sonunu getirebilecek misin umurumda değil ancak ben son derece sulu, lezzetli, sıcak ve sağlığa zararlı bir hamburgerim, şimdi ayağa kalk ve ne olursa olsun beni satın al.


Olayın biraz daha sosyal ve zihinsel boyutları da var. Örneğin özgürlüğün insan zihninde şekil bulmuş hali. Simgesel olarak beyaz güvercinin tercih edilmesi insanın uçamayan bir varlık olmasının etkisi büyüktür. İnsanoğlu yüzyıllar boyunca kuşlar gibi uçmanın hayalini sürdürdü durdu. Ulaşamayacağımız şeylere inanmak bizi rahatlatıyor. Eminim kuş diye bir hayvan hiç olmasaydı insan uçamamanın eksikliğini hissetmeyecekti.
Öğrenilmiş çaresizlik de günümüzün en büyük psikolojik sorunlarından biridir. Öyle ki kaybedecek bir şeyi olmayan insan tehdit edilemez. Onun tüm baskılara karşı bağışıklığı vardır o yüzden depresyona girenlerin etraflarına saldırmaları, kaybedecek bir şeylerinin olmadığı düşüncesi onları serbestleştirir ve özgür kılar. Bizi ayakta tutan, öleceğimizi bile bile yaşama bağlayanlar sahip olduklarımızdır sevdiklerimizdir. Yalnız insanların ve sorumluluk sahibi olamayanların ölüm korkusu diğerlerine göre daha azdır. Bu bir anlamda da güçtür bizi cesaretlendirir.
Çocukken hangimiz hayal etmedik görünmez olabilmeyi, etrafta dilediğimiz kadar dolaşmayı. O halde özgürlük vahşi oldu kadarda bir o kadar masumdur aslında. Ortada belirli bir kavram var ve herkes görmek istediği gibi görüyor. Ne taraftan bakarsanız bakın gerçekler hep acıdır,acıtır.

Peki ne yapmalıyız?
Önemsiz değer yargılarından arınalım. Güven arttıkça farkındalık azalır. Güvenmeyin, sorgulayın ve sorular sorun. Kendinizi sorgulayın, hükümeti sorgulayın. Güç istiyorsanız sizin gibi düşünenlerle organize olun. Açgözlü olmayın, şehvete kapılmayın. En önemlisi düşünün.

"Düşünüyorum, öyleyse varım." Rene Descartes