10 Mayıs 2015 Pazar

Aleksandr Soljenitsin - İvan Denisoviç'in Bir Günü

Yayımlandığı döneme şekil vermiş, büyük değişimler yaratmış olan ender eserlerden birisidir İvan Denisoviç'in Bir Günü. İkinci Dünya Savaşı sonrası gücünün zirvesinde olan Sovyetler Birliği'nde ki baskıcı rejimi, dünyaya kapalı olan bu toplumdaki acıları ve zulmü tüm gerçekliğiyle dış dünyaya yansıtan ilk edebi eser olarak tarihte ki yerini koruyor. Aleksandr Soljenitsin 1962'de bu kitabı yazarak bedensel olmasa bile zihinsel anlamda adeta tüm zincirleri kırmış ve kimsenin o güne kadar söylemeye cesaret edemediği gerçekleri gün yüzüne çıkarmış. Kendisinin de bu acı ve zulüm dolu sürecin merkezinde olması, olayları birebir yaşamış olması bana kalırsa onu cesaretlendiren en büyük etkenlerden biridir. Kirli, soğuk ve adaletsiz bu düzene baş kaldırmak isteyenlere önderlik etmiş. İnsanlık dışı Komünist sistemin sonunun hazırlaması açısından verdiği eserler tarih boyunca çok önemli bulunmuş hatta ona Nobel Edebiyat Ödülü olarak geri dönmüştür.


Hikaye malumunuz Rusya'da geçtiğinden kapağı açıp okumaya başladığınız ilk andan ta ki bitime kadar o soğuk ayazı adeta iliklerinize kadar hissediyorsunuz. İvan Denisoviç her soğuktan yakarışında bir titreme geliyor. Tipinin daimi olduğu bu verimsiz otlakların tam ortasında bir çalışma kampı ve savaş suçlusu oldukları iddiasıyla yıllar boyu tutsak tutulan, fiziksel olduğu kadar da psikolojik eziyet gören ve sadece tek bir ihtimali olan insanların direniş hikayesi bu. Bir bütün olarak hikaye tek gün içerinde geçse de size kısa olduğu izlenimi vermiyor tam tersine yazar, olayları ve durumları o kadar iyi yedirmiş ki kitaba, adeta bir ömür gibi geliyor. Yani okurken İvan'ın bir gününü değilmiş de sanki tüm hayatını okuyormuşsunuz gibi oluyor. Zaten adamımızın ömrünün neredeyse yarısı bu kamplarda geçip gitmiş. Onun için belki sıradan bir gün gibiydi ama biz okurlar için bu hayat çok yabancı. Ne kadar olayların merkezinde olursak olalım yazar kendimizi İvan'a ne kadar yakınlaştırmaya çalışırsa çalışsın rahat koltuğunuzda sıcak yuvanızda olduğunuzdan hep bir şeyler eksik kalıyor gibi. İvan'a olan yakınlık demişken kendisi hakkında bahsetmeden geçemeyeceğim bir nokta var ki ana karakter olarak gerçekten çok güçlü birisi. Tüm anlatıyı onun gözünden ve bakış açısından takip ediyoruz. Özellikle değindiği veya takıldığı noktaların ilginçliği bazen size açıklamalar yapmak zorunda hissetmesi gibi mükemmel detaylar katılmış işin içine. Zaten çok geçmeden onu benimsiyor ve anlattığı olaylardan kendinize yaşanmışlıklar çıkarıyorsunuz yani bir manada İvan Denisoviç oluyorsunuz. Aslında farklı biri değil o da sizden biri, senin gibi biri.


Yan karakterlerinde yadsınamaz derecede önemi var. Hepsini İvan'ın tanıyabildiği kadar tanıyoruz, onun ön yargılarının doğrultusundan ileriye gidemiyoruz. Yazar, bu yardımcı karakterlerin her birine sanki baskın birer özellik yüklemiş gibi adeta. Kibir, korku, endişe... Şimdi isimlerini saysanız size hangisinin hangi yargıyı temsil ettiğini tek tek söyleyebilirim. Bu tarz baskın yan roller ana hikayeye çeşitlilik katmış, renk olmuşlar. Ruhsal kişilikler bir yana karakterlerin çevre ile olan etkileşimleri bolca kullanılmış. Bunda tabi ki yazarın kusursuza yakın betimleme ve tasvir yöntemlerinin de payı büyük. 

Son olarak toparlamak gerekirse, hayal kırıklığına uğradığım tek nokta hikayenin sonu oldu. Sıradan bir günün bitebileceği gibi bitti. Zaten tüm süreç boyunca okuru apışık bırakacak pek olay yaşanmamasından ötürü doğal olarak finale olan beklentiniz artıyor ve böyle durgun sonlanması bende hayal kırılığı yarattı açıkçası. Mesaj kaygısı içermeyen, okuru dumur edecek bir finalin olmaması yazarın tercihidir sonuçta tabi. Bu husus dışında keyifli bir tat bıraktı bende İvan Denisoviç'in Bir Günü. Sıkmadan, yıldırmadan okutmayı başardı kendini.