20 Temmuz 2016 Çarşamba

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

İlk kitap inceleme girişimim olan "Aleksandr Soljenitsin - İvan Denisoviç'in Bir Günü" bittiğinde beni son derece memnun bırakmıştı ve hala da yaptığım işin bir nişanesi olarak tekrar tekrar okumamla birlikte, bu yazıyı yazarken de inceleme konseptini hatırlamam açısından bana yardımcı olmuştur.
Umuyorum ki benliğimi fazlasıyla kendine bağlayıp derinden etkileyen bu kitabı incelerken, onun etkisine kapılıp öznelliğin tadını fazla kaçırmam.

Kitabın esas içeriği hakkında konuşmadan önce son dönemlerde popüler kültür ögesi halinde patlama yapması, kitapçılarda çok satanlar bölümünde hiç eksik olmaması, YKY'yi zengin etmesi ve belki de değinmeden edemeyeceğim meşhur, kahveli Instagram fotoğraflarının fazlaca müdavimlerinden biri haline gelmesi benim gibi bu konularda fazla romantik olup, romanın büyüsünün bozulduğu konusunda endişe duyanlar olduğunu biliyorum. Kitabı edinmemeyi bir sosyal kaygı haline getirip de saldırırcasına kitabı eline alan çoğu kişinin de sonrasında hayal kırıklığına uğrayıp "abartılmaması gereken bir balon" şeklinde yorumladığı, oldukça büyük bir güruh olduğunu da yine biliyor ve çevremde sıkça rastlıyorum. Bu sığ yaklaşımlara saygı duyuyor ve olabilir diyorum. Zaten istatistiklerin daima söylediği gibi okumaya son derece ilgisiz olan halkımız için bu yaşananların iyi bir fırsat olduğunu düşünüp duruyorum ve daha fazla mızmızlanmadan asıl işime dönüyorum.


Romanın kendisi ve üzerine kurulduğu kişilik olan Raif Efendi'nin hatıraları, kendi deyimiyle "Bir hayatı baştan aşağı dolduracak kadar zengin olan hatıraların böyle kısa bir zamana sıkıştırılması" zamandan da öte bir kitaba sığdırılması onu daha canlı, daha tesirli kılandır. Hayatının "gerçekten yaşadım" dediği ve doğduğu andan beri mahkum olduğu sebepsiz iç sıkıntısından kurtulduğu üç dört ayına şahit olmak, onun etrafında olup da ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih etmeyen onlarca insana kıyasla daha fazla tanımamıza vesile oldu baştan sona. Kitabı yaşayanın "onun göründüğü gibi olmadığına eminim" inancıyla başladığı serüveninde aslında inadında ne kadar haklı olduğunu, hayatında bir kez olsun bu insanlar neden yaşıyor, hangi hikmet bunları yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor sorularını sormasıyla hem kendi hayatı hem de bizim hayatlarımızı değiştiriyor. Ömürlerinin belli kısımlarında Raif veya Maria olmuş kadın ve erkekleri arıyor. Ya Raif Efendi'yi hiç tanımasaydım? Ya okurken Maria Puder'a aşık olmasaydım? Benim bu kitabı raftan çekip almamın tesadüflüğü ile sıradan bir banka memuriyeti işinin tesadüflüğü arasında ne kadar fark olabilir ki?


Kitap boyunca Raif'i iki farklı şekilde yaşıyoruz hatta bana kalırsa dışarıdan ve içeriden olmak üzere iki ayrı bölüm. Sabahattin Ali'nin bunu bu şekilde tercih etmesi kitabı saf bir aşk romanı olmaktan uzaklaştırıp dışarıdan bir gözlemci olan anlatıcının da katkılarıyla işi daha toplumsal ve sosyolojik suçlamalar meclisine dönüştürüyor. İkili dostluk ilişkilerindeki vurdumduymazlık ve toplum arasındaki kayboluşlar önceden gözümüze sokularak okurun bilhassa suçluluk hissetmesiyle kafamızda daha acınası bir Raif'i başlangıç olarak yerleştiriyor ve ilerleyen safhalarda da bu Raif'in lehine pek değişmiyor, onu kendi naifliği ve nezaketi altında ezmekten hiç mi hiç çekinmiyor yazar. Kendinden vazgeçmesine izin vermeden, ona hiç değişmeyecek gibi gelen o saf evreninde başka ihtimallerin de olabileceğini, hiç tatmadığı duyguları sanki ezilmişliğinin bir nişanesiymiş gibi tattırıyor. Bu onun için öylesine büyük bir imkan olarak tanıtılıyor ki ürkek zihni, böyle bir imkanın gerçek olma ihtimalini düşünmeye bile cesaret edemiyor. Tam bu noktada kitaba ismini veren meşhur portre devreye giriyor ve ona gardını yeniden alması için bir neden veriyor. Bu kadının karşısında her şeyini ortaya dökebilirsin hiçbir kaygı duymadan bütün iyi ve fena, kuvvetli ve zayıf, şimdiye kadar tüm yara izlerini sakladığın hayatında en küçük bir noktayı bile saklamadan tamamen çırılçıplak, ruhunu onun önüne ser. İşte sana harika bir fırsat... Anlatıcının elindeki kara kaplı defterin bilhassa değerinin arttığı kısımlar bu ve sonrası. Hakikatte Ankara'nın puslu ölüm döşeğinden, muhteşem şiirsellikte ki Berlin cilveleşmelerine...
Hayatında ilk kez güvenli bir liman bulmanın heyecanıyla benliğini tamamıyla Maria'ya bırakan Raif, kendi kendini aldatmak pahasına dahi olsa onun mevcudiyetini, varlığını korumak adına büyük kaygılara girmesi gayet doğal bir sonuç olarak doğuyor. Ulaşılması zaten bu kadar zor olan değerli mutluluğun bir de elinden çıkıp gitmesinin ne denli bir travma yaratacağının epeyce farkında. Kendinin de itiraf ettiği üzere bu kadar toy birisi olması üzerine çoğu yerde anlam veremediği ve ansızın gelen aforizmalarına boyun eğmesini, "hiçbir zaman verdiğinden daha fazlasını istemeyeceğim" diyerek çözüm buluşuna şahitlik ediyoruz. Bu çocuksuluğun yanlış bir şey olmadığını aksine bir çekicilik unsuru ve hayatı boyunca yaşadığı ilişkileri en sonunda bunalım haline getirmiş bir kadın için nasıl ilaç niteliğinde olduğunu göstermeyi tercih ediyor yazar.


"Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey."

Dünyada başka türlü bir hayatın mevcudiyetini acı bir şekilde yaşayarak öğrenen Raif Efendi'nin hikayesi büyük tecrübelerle son bulurken. Bizdeki beklentileri ve boşluğu doldurmak adına elinden gelen her şeyi yapıyor.


Kolay etkilenebilir özelliğiyle ile sizi melankolik ve karamsar bir havaya sokmak için can atan bir kitap olarak ortaya çıkmış Kürt Mantolu Madonna. Bize öğretilen hatta dikte edilen çağ dışı edebi sınıflandırılmalardan daha fazlası olduğunu bildiğim için modern öykü edebiyatımızdan böyle önemli bir eserin incelemesini kendimce yazmaya çalışmak en başından beri içimde ukteydi. Memnun kalacağınızı umuyorum. Teşekkür ederim.